Kâinatta bulunan elektromanyetik radyasyon neredeyse hayal edilemez genişlikte titreşimsel bir tayf içermektedir. En geniş dalganın uzunluğu birkaç kilometreyi bulabilir ve bir santimetrenin milyarda biri ölçüsünde olan en kısa dalgadan 1025 kat daha büyüktür. En kısa radyasyon dalgası Gama ışınları diye adlandırılırken, en genişleri ve en yavaşları da radyal dalgalar olarak adlandırılır.
Gözle görülebilir ışık bu ikisi arasında bulunur. Aslında doğru tabir görülebilir ışık değil ışık görmemizi sağlıyor olmalı. Ona, göze gösteren ışık demek daha doğru olurdu. Güneşimiz tarafından yayılan radyasyon, bu geniş spektrum içerisinde çok küçük bir yer kaplar ve morötesi, gözle görülebilir ve kızılötesi ışığı içerir. Dünya atmosferi, güneşten ve gökten gelen radyasyona karşı bir süzgeç görevi görerek zararlı olmayan, bilakis D vitamininin emilimini ya da bitkilerin fotosentezi gibi hayati işlemler için gerekli olan sadece gözle görülebilir ışık, kızıl ötesi ışık-ısı ve morötesi radyasyonun bir kısmının geçmesine izin verir. Günümüzde retinanın, ışığa duyarlı iki tip hücresi -çubuk ve koni hücreleri- olduğunu biliyoruz. Çubuk hücreleri karanlıkta görmemizi sağlayan hücrelerdir.
Konik hücrelerin renk algıları
Düşük ışık yoğunluklarında çalışırlar ama rengi okumazlar. Konik hücreleri rengi algılarlar ama çalışmak için yüksek aydınlık düzeyine ihtiyaç duyarlar. Konik hücrelerin kırmızı, yeşil ve mavi rengi algılayanlar olmak üzere üç tip olduğunu biliyor muydunuz? Algısal bir bakış açısı ile üç eksen üzerinde karşılıklı olarak konumlandırılan altı ana renk vardır denilebilir. Renkli ışınlarla uyarılma ve duygusal dengenin ya da akli etkinliğin potansiyeli arasındaki bağlantının temeli; görmenin hipotalamus, epifiz bezi ya da beyin epifizi gibi ara beyinde bulunan belirli beyinsel merkezlerle bağlantısıyla gerçekleşmektedir. O hâlde, eğer renkler algıladığımız dış dünyada var oldukları kadar kendi bedenimizde de varlarsa o zaman bu renkler nerede ortaya çıkıyor? Gördüğümüz dünya dışarıda mıdır, içeri de mi? İbn Arabi derki:
“Dünya sadece bir yanılsamadan ibarettir, gerçek var oluştan mahrumdur. ‘Hayal’ dediğimiz şeyin manası budur. Şunu bilmelisin ki sen hayalden başka bir şey değilsin. Algıladıkların ve kendinden farklı olarak tanımladığın şeyler de bir hayaldir. Bu nedenle varlık dünyası hayalin içinde bir hayaldir.”
Evet, renklerin bir titreşim, ışıkların bir yansıma olduğunu biliyoruz. Ancak normalde onları fark etmiyoruz. Goethe’nin renkleri yaşadığı gibi “Izdırabıyla ve zevkiyle” ışığın kalp atışlarını algılıyor muyuz? Gri rengi hiç şöyle düşünmüş müydünüz? Herhangi diğer bir rengin siyah ve beyaz tonlarındaki griyi, mavimsi griden, sıcak grilerle soğuk grilerin sonsuz matrislerde eşleşmesi ile oluşan nötr griden daha fazla titreşim gösterdiği renksel bir boşluktur… Kırmızı renk dünyevi, mavi renk semavi, sarı ise merkezi işaret eder. İşraki arifi Kerim Han Kermani’ye göre nüve olan renkler dörttür: Beyaz, sarı, kırmızı ve yeşil. Bu renkler Kâbe’nin köşelerine ya da dört direğine, dört ana elemente, dört yöne karşılık gelirler. Bunun aksine madde dünyasında renkler farklıdır: Beyaz, sarı, kırmızı ve siyah. Siyah yeşilin yerine gelmiştir.
Işıkların en sadesi
Beyaz ışık, aslında algılanamaz çünkü perdesiz, süzülmemiş, dirençle karşılaşmamış ışık olarak en yüksek konumda bulunmaktadır. Çünkü her renge boyanabilmesine karşın hiçbir renge bürünmemiştir. Bu nedenle ışıkların en sadesidir. Sarı ışık daha çok canı acıyan bir renktir. Ruh âleminin irkilmesidir. İşraki dervişler sarı ışığı Hz. Davud (a.s.), güzelliği ve iyiliği ifade etmesiyle, bize dünyada hakikati hatırlatmasıyla ifade ederler. Sarı ışık, bize bağlardan arınmış olmanın, esnek ve şartlanmamış algının kapısını açarak bizi Allah’a yakınlaştırır. Çünkü bu güzellik ve gerçeklik hissi karanlığımızı ve korkularımızı yok eder, gölgemizi tedavi eder.
Kırmızı ışık doğanın ve maddi yaratılışın bilgisini yitirmiş dünyasında titrer, yeşil ışık ise araf âleminin ya da hayal âleminin, can âleminin frekansıdır. Kırmızı rengi hayali olarak gözümüzde canlandırmak tıpkı genel manada tüm renkleri hayal etmeye benzer. O aynı zamanda gözümüzle en kolay şekilde algılanan ışıksal frekanstır. Kırmızı ışığın derinliklerinde saklı bulunan yeşil, doğal algımızda ölümsüzlüğün, geri dönüşün, yeniden dirilişin bir işareti gibidir. Sanki bize bir anıdan bahseden bir frekanstır. Kırmızı ışık dalga boyunun en geniş titreşimidir. Aynı zaman da en yavaş frekanstır. Belki bizde daha kalıcı, daha tesirli, daha sıcak bir uyarı yapmasının nedeni budur… İşraki arifleri bu rengi yöneten merkezi kalbi latife olarak adlandırmaktadır. Bu latife, Halillullah vasfını taşıyan Hz. İbrahim (a.s.) ile ilişkilendirilir.
Mavinin huzur etkisi
Astronomi, en uzak gök adalarından bize ulaşan ışıklarda gözlenen “Kırmızıya kaymanın” fiziksel gerçek nedeniyle kâinatın genişlediğini söylemektedir. Bahsi geçen Doppler Etkisi’ne göre ışık dalgaları, ışık kaynağını bize doğru hareket ettirdiklerinde uzarlar ve kaynak bizden uzaklaştığında kısalırlar. Aynı durum ses dalgalarında da gözlenir. “Kırmızıya kayma” onların bizden uzaklaştıklarını göstermektedir. Yani evren genişlemektedir. Kırmızıda son derece önemli bir güç gizlidir. Uzak ve arındırıcı mavi sema… Mavi bir anının yankısıdır. Yok olmanın ardından ışık şeklinde hayatta kalmayı ifade eder. Mavi çok hızlı titreşir. O kadar hızlı titreşir ki bize yaklaşıyorken gözden kayboluyor gibi gözükür. Mavi ışığın etkisiyle belirli bir huzur hissederiz.
Kutupların yamacındaki siyah ışık, çağdaş gök bilimini ortaya koyduğu üzere, her ikisi de kâinatın büyük bir bölümünü birlikte oluştursalar da karanlık enerji ile karanlık madde birbirleri ile karıştırılmamalıdır. İbni Sina’nın evren kuramında dediği gibi: “Bir yandan onlar kutupların yamaçlarındaki karanlıklardır ve diğer taraftan maddiyatın batısının karanlığıdır.” Bu renk Hz. İsa (a.s.) ile ilişkilendirilir. Siyah ışık durağı, isimlerin manalarını edindikleri, yaratıcı eyleme dönüştükleri makamdır. Rengin kaynağını arama yolculuğu bizi siyah ışığa, gölgesi olmayan o ışığa kadar sürüklemiştir, o ışık ki bize her şeyi gösterir ancak gözümüze ya da kendisi olanın dışında hiçbir şeye gözükmez. Olmak ya da olmamanın sadece isimleri farklıdır. İkisi de tek bir kökten gelirler. O tek köke “Karanlık” denir. Bu karanlığa bürünmek, işte mucizelere açılan kapı odur.
Yaratılışın ve hayatın işareti
Yeşilde gizli bir bilmece, yeşil yaratılışın ve hayatın açık bir işareti olarak karanlıktan, ölümden, canlının ölüde yeniden dirilmesinden ayrı olarak var olamaz. Yeşil ışık suyun içine en fazla giren ışıktır. Kırmızı ışık suda sekiz metreden aşağıya zor geçerken yeşil ışık iki yüz metrenin altına inebilmektedir. İspanyolca da mavi ile yeşil arasında bir ayrım yoktur. Yeşil, mavi ve sarıdır. Yeşil renkte zerre kadar dahi ana renk, tek renk ya da yeten olma kaygısı yoktur. Kuşkusuz bize de onu önermektedir. Hızır Aleyhisselam’ın ismi yeniden yeşeren anlamına gelmektedir. Yeşil bizi bütün renklere hazır hale getirir. Yeşil renge karşılık gelen gizli merkez Hak latifesi olarak tanımlanmıştır.
Işığın fiziği ve rengin fizyolojisi, ışık metafiziği ve renk olguculuğu, çağdaş hayal âlemi, kültürden artakalan küller, kavramsal sanat ve hayal âleminin yeniden kazanılması, rengin dil bilgisi, söz dizimi ve anlamlandırılması, ışığın sürgünü, ışık, renk ve gölge, sembolik ve değişmeceli renk, hayali renk ve nurani beden, letaifler ve renk, makamlar, beyaz ışık ve karanlık madde, misafirperverliğin sarı toprağı, ışık tayfında kırmızının yitimi, uzak ve arındırıcı mavi sema, kutupların yamacındaki siyah ışık, yeşilde gizli bir bilmece başlıkları gibi birbirinden ilgi çekici bölümlerden oluşan “İşrak, Ruhun Renkleri” kitabını mutlaka ve mutlaka okumanızı öneririm.
“Görmediniz mi Allah yedi göğü, tabaka tabaka nasıl yaratmıştır? Onların içinde nasıl ayı bir ışık güneşi de bir kandil yapmıştır?” (Nuh süresi, 15 ve 16. Ayetler)
Comments